SON ŞANS | 2.BÖLÜM
2.Bölüm
Yumruklarını iyice
sıkılaştırıp öne doğru savruldu. Demokan’ın yakasından tutup dizini kaldırdı ve
abisini iki büklüm ederek çimlere devirdi. Omzundan tutarak karnına oturdu, elini
kaldırıp gözüne yumruk atacakken birden kendini yerde buldu. Aynı anda boğazını
sıkan eller Umut’un nefes almasını zorlaştırıyordu.
“Karşındaki adamın da
karnına oturacaksın, öyle mi? Kızım beni deli etme adam gibi mücadele et!”
diyerek geri çekildiğinde derin nefesler alıyordu genç kız. Abisi afili bir
şekilde yürümeye devam ederken hırslanmış ve hızla ayağa kalkıp Demokan’ın
dizine tekmeyi geçirmişti. Kolunu kavislendirip, boynunu kıskacına aldı ve
iyice sıktırdı. Demokan’ın esmer teninde bile belli oluyordu nefessizlikten
kızardığı. Atik bir hareketle, doğal refleksi olan yumruğunu Umut’un yüzüne
indirdiğinde bir feryat koptu genç kızdan. Yere oturmuş, elleri yüzünde
çığlıklar atarak ağlıyordu. Canı yanıyordu, hem de çok. Erdener kızın acı
çığlığını duyunca yataktan fırladı ve koşarak aşağı indi. Aykut silahını çekmiş
sinirle dışarı fırlamıştı. Peşinden de Eyrem ve Erdener ilerliyordu.
“Bu defa senin o elini
sikeceğim! Ulan şerefsiz! Bu kızın kaçıncı dayağı lan senden!” diye bağırırken
silahın emniyetini açıp Demokan’ın boynuna yasladı. Demokan sıkılı dişleri ve
çatık kaşlarıyla karşısındaki babasına sinirle bakıyordu.
“Öğrenecek baba. Kendini
dışarıdaki piçlere karşı korumayı öğrenecek. Sen bellisin, ben belliyim. Dost
var, düşman var…” dediğinde Aykut derin bir nefes aldı ve sinirle başını
sallayıp, silahı geri yerleştirdi beline. Erdener kızı kucağına aldı, eve doğru
ilerledi. Mutfağa girip, buz torbasını aldı ve kızın alnına yerleştirdi. Şuan
Umut’un canı ne kadar yanıyorsa, Erdener’in canı katbekat daha fazla yanıyordu.
Demokan hızla odasına girdi, gömleğini giyip, pantolonunu geçirdi üzerine.
Kemerini taktı ve silahını beline yerleştirip ceketini de üzerine çekti.
Dolaptaki kravatlara bakarken köpek tasması takar gibi bir de kravat mı
takayım? Olacak iş değil diye düşünerek gardırobun kapağını
sürükleyerek kapattı. Aşağı inip, mutfağa girdiğinde Umut’un kendine geldiğini
gördü ve usulca yaklaşıp saçlarına bir öpücük bıraktı, şefkatle okşadı.
“Kızmadım,” diye
fısıldayan Umut’a bakmak için eğilse de kız yüzünü Erdener’den tarafa çevirdi.
Yine bir buse kondurdu saçlarına ve kendini dışarıya atıp arabasına bindi.
Yolları hızla arşınlarken diğer yandan birkaç dakika öncesinde yaşananları
düşünmeye başlamıştı. Çok mu yükleniyorum acaba? Ama öğrenmeli kendini
korumayı. Benim ona vurduğum gibi birisi ona vursa kalkabilecek mi ayağa? En
kötüsü sevdiği, belki de evleneceği adamdan şiddet görecek… Kendini
savunabilecek mi? Savunmalı. O benim küçük kız kardeşim, o benim Umut’um.
Korkmamalı hiçbir şeyden. Zor be abilik. Zor!
İş yerine ulaştığında
hızla ofise girdi ve karşısında çıkan çalışanlara sert bir bakış atıp odasının
kapısını açtı. Selim adında genç bir çocuk onu odada bekliyordu. Demokan’ı
gören genç adam saygı ile ayağa kalktığında Demokan tebessüm edip, gencin
omzundan tutup oturttu. Her zaman yapılan sohbetlerine başladıklarında genç
adam hayallerinden bahsetmişti Demokan’a. Atölye açmak istediğini, hatta bir de
stüdyo kurmak istediğini söyledi. Demokan akıl verirken, bir yandan da
desteğini esirgemediğini ve onu dikkatle dinlediğini anlatıyordu. Konu aileye
geldiğinde Demokan önündeki belgeleri kenara iteledi ve genç adamın gözlerine
baktı.
“Oğlum bu arada senin
pederle aran nasıl? Hayallerinden bahsediyor musun ona? Destekçi oluyor mu bu
konuda?”
Çocuk hüzünlü bakışlarını
kucağında birleştirdiği ellerine dikti. “Nerede be abi...” dedi iç burkan bir
sesle. “Sabah sekizde işe gidiyor, akşam sekizde eve geliyor. Akşam yemeğini
annem hazırlamış oluyor zaten, sonra da televizyon karşısında uyuyor. Bu her
gün, her gece tekrarlanıyor. Hayallerimi hangi ara anlatayım? Dinleyen, anlayan
ve destek olan bir babam olmadıktan sonra anlatsam ne olacak?”
Demokan iç çekti. Kendi
ailesindeki kenetlenmeyi her gün görüyordu. Kocaman adamların peşinde birer
çocuk muamelesiyle koşturan anneleri ve babaları izliyor, varlıklarını her daim
hissediyorken; karşısındaki çocuğa ve annesine üzülüyordu. “Sabırlı kadınmış
annen. Bazen insan kendine bile tahammül edemiyorken, birçok şeye dayanabilen
tek varlık sanırım anneler.”
“Çok uzun yıllardır
evliler, abi. Onlarda artık her şey alışkanlık olmuş. Sabah kalkıp kahvaltı
hazırlamak da, akşam aynı yatağa yatıp sırt dönmek de…”
“Bir şeyler paylaşmamak
da alışkanlık mı? Bizimkiler de uzun yıllardır evliler ama bir gün olsun
alışkanlık deyip kestirip atmıyorlar.”
“Bizde böyle Demokan abi.
Yıllardır üçümüzün bir araya gelip iki saat sohbet ettiğimizi hatırlamam. Bırak
beni, pederle annemin de konuşacağı bir şeyi kalmamış galiba. Ayrı dünyalar be
abi. Çok ayrı dünyalar, bir evin içine hapsolmuşlar.”
“Dün ile bugün arasında
bir fark yok yani? Doğru mu anlıyorum?”
“İnan yarının da bir
farkı olmayacak. Ne sağlıklı olduklarının, ne de yaşadıkları hayatın değerini
hatırlamaz olmuşlar. Bu senle konuştuklarımızı duysalar bana çok kızarlar.
Atölye, stüdyo, sanata karşı olan aşkım, yönetmen olma hayallerim… Onlar için
anlam ifade etmiyor. Onlara göre geliri güzel, açıkta kalmayacağım bir işte
çalışmalıyım. Memur olmamı istiyorlar.”
“Geçecekler onları! Sen
kendi hayallerin uğruna bugünden bir adım atmazsan, çok geçmeden asıl kendine
üzülüyor olacaksın. Farkında değil misin hala? Peder gibi akşam işten eve
gelir, yemeğini yer, sonra da televizyon karşısında pineklersin. Annene hayatı
zehir eden adam gibi sen de evlendiğin kadına hayatı zehir edersin. Eee, babandan
ne farkın kalacak?”
“Yok, be abi. Babamı
seviyorum ama ben onun gibi olmayacağım!” dediğinde Demokan başını salladı ve
çekmeceden aldığı zarfı gence uzattı. Almamakta diretse de Demokan’ın bir
bakışı ile boyun eğmek zorunda kalmıştı çocuk. Kapının tıklatılmasıyla bugünkü
konuşmanın bittiğini anlayan genç, selam vererek odadan çıktığında içeriye uzun
bacaklarını gizleyemeyen, kısacık bir elbise giymiş ve bronz teninin
iticiliğini, seksi sanan bir kadın girdi. Demokan’ın kaşları tiksintiyle daha
fazla çatıldı. Kaşlarının ortasında ve alnında çukurluk oluştu.
“Demirkan! Sevgilim bak,
saatini evimde unutmuşsun,” diyen kızın eline baktı ve saati gördüğünde
dişlerini sıktı. Lanet olsun bir daha sevişirken saatimi
çıkarmayacağım diyerek kendi kendine hayıflandı. Kadına birkaç adım
yaklaşıp saati elinden alıp, masaya özenle yerleştirdi.
“Birincisi adım Demokan.
İkincisi ağzını yayarak sevgilim demen ve bunu bana yakıştırman gereksiz.
Üçüncüsü ben saatimi unutmam, önemli bir saat. Yani unutmam, ben çıkartırım.” dediğinde
karşısındaki esmer kadının yüzü düştü.
“Ama biz sevgiliyiz.
Yani… O ateşli geceyi unutmuş olamazsın.”
“Ateşli olsaydı emin ol
unutmazdım,” deyip iç çekti. “Ateşimle oynaman asıl senin unutmanı engellemiş.
Oysa ben hiçbir şey hatırlamıyorum,” derken sesi baskın ve uyarıcı bir
tondaydı. Kimse ona hesap soramazdı. Hele ki karşısında kiminle ne yaptığı
belli olmayan bir kadının bu konuda şansı bile yoktu.
“Seni adi…”
“Hadi git buradan, elimde
kalacaksın! Âlemin altından çıkan, bizim üstümüze binmeye çalışıyor!” dediğinde
genç kadın kaçarcasına, büyük bir korkuyla çıktı odadan. Yapardı Demokan, zaten
ününü babasından ve ağzından çıkan her sözü yerine getirmesinden almıştı. Saati
özenle kutusuna yerleştirdi, temizlemesi gerekiyordu. Kalender Korkut’tan
kalan, babasının kendisine hediye ettiği özel bir saatti ve onu kaybederse
pişmanlığından öleceğini biliyordu. Kapı çalındı yine. İçeriye pek de haz
etmediği adam ve korumaları girince ortam gerilmiş, Demokan’ın da korumaları
odaya doluşmuştu. Başı ile işaret verdiğinde kendi adamları dışarı çıkarken,
yaşlı adam koltuklardan birisine oturmuştu. Demokan tüm heybeti ile koltuğuna
oturdu. Siyah saçları, keskin yüz hatları ile ölüm makinesini andırıyordu.
Çatılan kaşları bile bir insanın korkusunu tetikliyordu. Bir doksan boyu ise
cabasıydı heybetinin. Uzun boyuna rağmen, o kadar da kilolu değildi. Doksan
kiloluk ve uzun boylu, heybetli bir adamın karşısında nasıl durabilirlerdi ki?
Konuşmaya başladıklarında iki tarafta dikkatle dinliyorlardı birbirlerini.
**
“Amca, Umut hazırlansın
dışarıya çıkarayım. Olur mu?” diyen Erdener’e baktı Aykut. Başını salladı, uzun
zamandır Eyrem ile baş başa kalamıyor olmaktan şikâyetçiydi.
“Bilindik bir mekâna
gitmeyin ha! Akşam televizyonlarda ikinizin aşk yaşadığınıza dair haberler
izlemek istemiyorum…” diyen Aykut’a bakarken yutkundu genç adam. Açık açık
söylüyordu istemediğini. Yine de başını sallayarak onayladı ve ayağa kalktığına
genç kız içeriye girdi. Hafif esmer teni, bukleli koyu kumral saçları
omuzlarına dağılmış, yeşil gözlerini daha da belirginleştiren bir makyaj ile
melekler kadar güzeldi. Üzerine giydiği açık renk kot gömlek ve altındaki
daracık, bacaklarını sımsıkı saran pantolon ile Erdener’in nefesi kesilmişti.
Çaktırmadan kendi üzerine baktı. Demokan’ın siyah tişörtü ve koyu renk kot
pantolonu, siyah spor ayakkabısı ile pek de yakıştıramadı Umut’un yanına
kendisini.
“Çıkabiliriz kaptan!”
diyerek sırıttı Umut. Seviniyordu aslında bu adamın geri gelmesine.
Küçüklüğünden bu yaşına kadar her zaman ona iyi davranmıştı. Hep ilgilenmişti
ve Umut için Erdener çok ayrıydı. Abiydi o, candı artık. Kendi abilerinden bile
daha fazla sever olmuştu onu ama dili ‘abi’ demeyi istemiyordu. Adı ile de
seslenemezdi saygıdan dolayı, bu yüzden hep lakap takardı Erdener’e.
“Erken döneriz amca.”
“Gidin, gidin… Acele
etmeyin, gezin.” dedikten sonra Erdener’in kolunda tutup kulağına yanaştı.
“Koçum acele etmeyin, yengenle biraz vakit geçirelim, biz de insanız,” deyip
üstüne bir de göz kırptığında Erdener sırıttı. Başını sallayıp, kızın peşine
düşmüş ve bahçeye çıkmıştı. Arabaya bindiklerinde kemerini bağlayıp radyoyu
açan Umut, geri yaslandı ve Erdener’in arabayı çalıştırmasını bekledi. Araba
yollarda su gibi akarken, sessizlikten sıkılan taraf Erdener olmuştu.
“Gözün acıyor mu?”
“Aslında çok değil. Ama
çok sert vurdu!”
“Niye böyle bir şeye
gerek duyuyor ki?”
“Bilmiyorum, kaptan!
Kendimi savunmalıymışım. Onu boş ver, senin maçlarını izlemeye geleceğim…”
“Aramızda kalsın.
Şimdilik kimse bilmiyor Beşiktaş ile anlaşma imzaladığımızı.”
“Tamam, bir tek ben
biliyorum yani… Sevindim.”
“Sen neler yapıyorsun?”
“Ben… Dans okulundayım
yine. Şey… Engelli miniklerin dans hocalığını yapıyorum. Yani senin gibi gözler
önünde değilim ben…”
“Emin ol Umut’um, senin
yaptığın iş gözler önünde olmasa da gönüllerin içinde. Cansın güzelim sen.”
“Teşekkür ederim kaptan!”
“Sahilde mi oturalım,
yoksa alışveriş merkezine mi gidelim?”
“Sahili hep severim,
biliyorsun…”
**
“Toplantımız burada sona
ermiştir. Herkes öğle yemeğine çıkabilir.” diyerek kocaman toplantı odasından
çıkmış ve ceketinin düğmelerini açarak hızla asansöre binmişti genç adam.
Başını kurşun rengi, soğuk asansör duvarına yasladı ve gözlerini kapattı.
Uykusuzdu, yorgundu ve haftanın son iş gününde biriken önemli işler vardı.
Asansörün durması ile bir ses yankılanmış ve kapılar açılmıştı. Atik bir şekilde
çıkışa doğru ilerledi, kapıdaki güvenliklere baş selamı verdi. Mevkii ne olursa
olsun, hiçbir zaman insanları aşağılamayan, her zaman insanların eşit olduğunu
düşünen ve bu düşünceyi sonuna kadar savunan bir özelliği vardı genç adamın.
Babası, amcası, yengeleri… Tüm ailesi onlara böyle olmayı öğretmişti. Çünkü
para çoğu insanı değiştirebilecek bir güçtü. Aslında bir kimyasal silah kadar
zararlı olduğunu düşünüyordu paranın. Ama o kimyasal silah olmadan da
yaşayamıyordu insanoğlu. Devir değiştikçe insanlar ucuzlamış, para değer
kazanmıştı. Telefonundan yayılan titreşim ile başını eğdi ve usulca kaldırımda
yürümeye devam etti. Gurur mesaj atmıştı, akşam buluşacaklarını bildiriyordu.
Birden bacağında hissettiği baskı ile başını aşağı eğdi ve tekerlekli
sandalyede kendisine gülümseyen genç kıza bakıp, gülümsedi.
“Affedersiniz, rahatsız
ettim ama kaldırıma çıkmama yardım edebilir misiniz?” diyen genç kadına sıcacık
bir gülümseme bahşedip başını salladı, kızın tekerlekli sandalyesinin arkasına
geçerek, önünü hafif kaldırdı ve kaldırıma çıkardı. Ellerini birleştirip kızın
önüne geçti yeniden.
“Çok teşekkür ederim
beyefendi.”
“Ne demek, önemli değil.
İsterseniz gideceğiniz yere kadar eşlik edebilirim. Malum işlek bir cadde
burası ve trafik su gibi akıyor.”
“Aslında ben… Kılıç
Holding’i arıyordum. Sanırım kayboldum,” derken kaşlarını kaldırıp, dudak
büzmüş ve boynunu sağ omzuna doğru eğmişti. Sarı saçları omuzlarına dağılmış ve
iri mavi gözleri ile karşısındaki adama bakıyordu.
“Hayır, bu yolun sonundan
sağa döndüğünüzde karşınıza çıkacak. Bu
arada ben Ermen Korkut.” diyen adama şaşkınca baktı genç kız. Pot kırmıştı.
Ellerini sallayarak, hararetli bir şekilde derdini anlatmaya başladı.
“Aaa… Affedersiniz, şey…
Ben sizin asistanınız olmak için başvuru yapmıştım… Onun görüşmesi için
gelmiştim…”
“İsterseniz bunu bir
kahve içerek konuşalım. Kaldırım pek yeri değil, ayrıca yağmur da yağacak…”
“Peki,” diyen kızın önüne
geçerek yürümeye başladı. Birkaç adım sonra dönüp, kıza baktı. Çok geride
kalmıştı ve kasten yavaş sürüyordu tekerlekli sandalyesini.
“Ne yapıyorsun?”
“Hayatımdaki herkes
yanında tekerlekli sandalye ile ilerleyen birisi istemiyor, utanıyorlar. Hem de
sizin gibi birinin yanında-“
“Benim gibi biri öyle mi?
Bu tarz komplekslerim yoktur, gerçi hiçbir insanın böyle kompleksleri olmamalı.
Ne için utanacağım ki? Asıl böylesi çirkin düşünceleri besleyen insanlar
utansın.”
“Çok haklısınız. Ah, bu
arada ben Ahenk Tutkun!” dediğinde başını sallayıp gülümsedi ve genç kızın
yanında yürümeye başladı Ermen. Yakınlardaki bir mekâna geldiklerinde, cam
kenarındaki masalardan birinin sandalyelerini köşeye çekti ve kıza yer açtı.
Diğer tarafa geçip oturduğunda Ahenk biraz şaşkın, biraz da heyecanlı bir
şekilde kucağındaki elleri ile oynuyordu.
“Ne içersin?”
“Sütlü kahve,” derken
sesi titrek ve kısık çıkmıştı ama Ermen bunu umursamadı. Garsona işaret vererek
iki kahve söyledi. Genç kıza doğru döndü. Her iş yerinde en az iki engelli
vatandaş çalıştırılması gerektiğini biliyordu. Babası, annesi ve kız kardeşi de
engelli insan ve çocuklar için birçok yardım düzenliyorlardı. Genç kız
suskunluğunu bozup konuşmaya başladı.
“Ben size kendimi
tanıtayım en iyisi…” diyerek mırıldandı ve kendini kısaca tanıttı. Eğitiminden,
okuduğu okullardan ve aldığı derslerden bahsetti. Sağlık durumunu anlatırken,
engelinin bir şeyleri başarmaya asla engel olmadığını da anlattı. Neredeyse okuduğu
okulların hepsini tam bursla kazanmıştı.
“Pardon, hukuk okudun ama
neden asistanlık başvurusu yapıyorsun ki? Avukatlık deneyimin oldu mu?”
“Şey… Pek sayılmaz.”
“Pekâlâ, o zaman şöyle
yapalım. Sen yine asistanlığı kaptın ama şirketin avukatlarından da kendi mesleğin
hakkında bilgiler alabilir, onlarla birlikte hareket edebilirsin. Kendini,
kendi alanında da geliştirebilirsin. Bunu da düşün derim…” dediğinde genç kız
şaşırsa da dalgınca başını salladı. Kahveleri içip, iş yerine geri
döndüklerinde çalışma maratonuna geri dönmüştü Ermen. Genç kız ise ona yardım
edenleri, işi öğretenleri dikkatlice dinliyordu.
**
Evin kapısını açıp,
anahtarı yeniden siyah pantolonun cebine attı ve ceketini sıyırıp portmantoya
astı. Parmaklarını saçlarının önünden geçirip ensesine kadar ilerletti. Kolunu
kavislendirip, kaldırdı ve gömleğinin manşetlerini çözerken seslerin geldiği yere,
bahçeye doğru ilerledi. İşten yorgun gelmesine rağmen eğlenceye yürüyordu.
Aslında yatıp, dinlense iyi olabilirdi ama bahçesinde gülüşüp, kahkaha atan
adamları bırakıp yatamazdı Ermen. Manşetleri birkaç kat atarak geriye katladı.
Gömleğinin ilk iki düğmesini açıp bahçeye çıktı ve masadaki kutudan bir bira
alıp, açtı. Birkaç yudum içip, etrafı izlemeye başladı.
Bu
yalnızlık hiç bitmez
Ne
kavgam bitti ne sevdam
Ömür
geçer gönül geçmez
Her
ayrılık bir vurgun değmeyin yaşlarıma
Benden
selam söyleyin bütün aşklarıma
Araya enstrümanlar
girdiğinde hepsi biralarını kaldırıp tokuşturdular ve bağıra çağıra şarkıya
eşlik etmeye başladılar. Ellerinde biraları kimisi masada oturuyor, kimisi
mangalla ilgileniyordu.
“Benden selam söyleyin
bütün aşklarıma…” diye bağırıp elinde maşa ile ritim tutan Gurur’a baktı,
Ermen. Laf atmaktan da geri kalmadı.
“Lan senin aşkın mı oldu
da sen söylüyorsun…”
“Kes lan sesini! Sen
önünü görebiliyor musun da konuşuyorsun?”
“Sana ne oğlum! Saç benim
değil mi? İster keserim, istersem örerim!” diye tatlı sert ama umursamaz bir
şekilde laf sokmalarına ortamdaki diğer adamlar kahkahalar ile gülüyorlardı.
Ermen’in saçları her ne kadar subay tıraşı olsa da ön kısmı uzundu ve sürekli
yana doğru tarayıp, hafif kaldırıyordu. Bahçe kapısı açılıp içeriye giren adam
ile birlikte hepsinin başı o yöne döndü.
“Selam gençlik!”
“Erdener abi…”
“Yuh! Oğlum aradaki dört,
beş yaşın lafını yapmayın ya! Kendimi yaşlı hissetmeye başladım,” diyen Erdener
hemen eline birasını aldı, kabaca tokuşarak yerine oturup, ayaklarını masanın
kenarına uzattı ve başını geri yasladı.
“Taner amcamın oğlu
nerede?” dediğinde hep bir ağızdan gülmeye başlamışlardı. Ne diye öyle lafı
uzatıyordu ki? Adını söyleseydi ya.
“Adam devriyede.”
“Aykut amcamı mı
basacakmış yine?”
“Hop! Babamın işleri
bende! Tabi legal olanlar…” diyen Ermen’e bakarak sırıttı.
“İllegallere kim bakıyor
acaba?”
“Demok!”
“Oğlum ben de bu
Demokan’ı anlamadım! Gelirken aradım nerede olduğunu sordum ama… Bilmiyormuş.
Bir kadının yanındayım dedi, evin adresini kadına sordu hatta! Bir saate
katılır bize!”
“Oha! Babam geliyor!”
diyerek elindeki birayı ağacın arkasına bırakan Ermen sessizce küfür
mırıldandı.
“Aha tüm amcalar geldi!”
diyen Çetin’in oğlu Çınar’dı.
“Senin baban da orada!”
“Siktir!” diyerek
birasını oturduğu sandalyenin altına bıraktı. Aynı anda diğer genç adamlar da
içkilerini sandalyelerin arkasına saklıyorlardı. Aykut ve diğerleri oğullarının
ne yaptığını görmüştü. Sırıtarak Ermen’in arkasındaki ağacın kenarındaki birayı
aldı ve birkaç yudum içti. Diğer babalar da oğulları için aynı şeyi yapmıştı.
Birden tüm Korkut erkekleri masada yerini almış, Çetin ve Çınar da onlara
katılmıştı. Yemekler yenilirken, eski anılardan açılmıştı konu. Demokan
sessizce konuşanları izlerken, Ermen anlatmaya başlamıştı.
“Lisedeyken… Hatta lise
birdeyken okuldan kaçıp, sürekli geziyordum. Bir gün babamı arıyorlar ve babam
benim okuldan kaçtığımı öğrenince deliriyor. Sahilde oturuyorum, birden babam
geldi yanıma oturdu. Okuldan aldığını ve işe verdiğini söyledi. Tabi şaka falan
sanıyorum o zamanlar. Araya hafta sonu girdi. Pazartesi günü sabahın köründe
babam kulağımdan tuttuğu gibi kaportacıya götürdü. Ulan bir hafta tatilde diye
bildiğiniz ben, gece gündüz arabalarda çalıştım. Sonunda babam affetti de okula
geri döndüm.” diyerek yemeğini yediğinde Aykut gülümsedi. Demokan’ın sessizliği
fazla dikkat çekiyordu. Aykut kaşlarını çatarak baktığında, omuz silkti Demokan
ama babasının susmayacağını anladığında derin bir nefes alıp, masadaki ortamı
tarttı.
“Bugün Kara Salih ile
adamları geldi. Gözdağı verdi gitti,” deyip tek tek diğerlerine baktı. “Demem o
ki; dikkatli olun. Bu itin ne yapacağı belli olmaz!”
Okuduğum zaman yüzümde tebessüm vücudumda bir hafiflik oluyor son şans'ı okuduğumda 🤗
YanıtlaSilSon olarak Erdenercigimin de dediğine ufak bir detay ekleyecek olursam;
Yaptığın iş gözler önünde ve gönüllerin içinde cansin yazarcigim sen ♡♡
Kelimelerini, bizimkileri ve en çokta seni özlemişim güzelim ❤ Seni seviyorum Fundam ��
YanıtlaSilDemokanin Umut'a davranisi bence cok dogru. Kadinlar zayif diye onlara kolaylik saglanmamali, zorlugu basara bileceyi guce kavusturulmali😊
YanıtlaSilÖzlemişim tekrar okumak ne kadar iyi geldi bilemizsiniz valla iyiki tekrar yayinladin yazarim
YanıtlaSilOzlemisim bu develeri ellerine sağlık canım
YanıtlaSilNacizane kendi düşüncemi belirtmek isterim lütfen yanlis anlamayin fakat o kadar fazla kişi var ki karıştırıyorum sahsen bi de bu bir devam.hikayesi miydi sanki bir.evveliyati varmis gibi geldi cogu hikayenizi okumuştum ama hatırlamıyorum bununla ilgili birsey ��
YanıtlaSil