YILDIZLI GECE | 2.BÖLÜM
2.Bölüm
“Yahu
yazın ortasında ne sobası Gülten abla!” diyerek kaşlarını çattı, Yakup. “Hem
kitap sobaya atılır mı ya! Ayı mısın sen?” derken aşırı bir ifade takınmıştı.
“Bana
bak, Yakup! Ayağımın altına almayayım şimdi seni! Ayı senin babandır!”
Çocuklarını
savunan bir mahalle kadını gibi ellerini beline yasladı. “Getir kitabı!” diye
çemkirdi.
“Yahu
yaktım, sobayı tutuştururken yaktım! Anlamıyor musun?”
“Hadi,
doğruyu söyle güzel ablam.”
Kadın
yüzünü buruşturdu. “Benim ayyaş kocam var ya! Kitabın üzerine kustu!”
Yakup,
başını salladı. Kapı suratına kapanınca geriye döndü ve Hazel’e baktı.
“Senin
kitap kusmuk torbası olmuş.”
“Ne?”
“Ağla,
Hazel. Kitap falan yok.”
Hazel,
iç çekti. Derin bir uykudan onu uyandıran şey kapının zili değil, deli gibi
tekmelenmesiydi. Sabahları bu karanlık ayın yüzü gibi hissettiği anlarda kimse
onu görsün istemezdi ama kapıyı açmak zorunda kalmıştı. Hazır ve nazır bir
şekilde kapısına dayanan Yakup’u görünce bir an odasına dönüp kendine çekidüzen
vermek istemişti. Ne yazık ki adam fazla vaktinin olmadığını ve kitaplarını
istiyorsa giyinip peşine düşmesi gerektiğini söylemişti. Neticesindeyse Hazel
tamı tamına on dakikada yüzünü yıkamış, saçlarını taramış ve tişörtle pantolon giyerek
sokağa fırlamıştı.
Kitaplarını
almak istiyordu ama bu şekilde alabileceği hiç aklına gelmezdi. Bu adam tam bir
zırdeliydi. Tüm mahalleyi geziyor, kaba bir şekilde hatta kavga ederek
kitapları istiyordu. Bir kitabı çoktan kusmuk torbası olmuştu ve bu onu bir
miktar üzse de gizlemeyi başarabiliyordu.
Yan
eve doğru ilerlediklerinde umutla doldu. Hepsini değil ama bir kısmını
kurtarabilirse bile kendini şanslı sayabilirdi. Yaşar Kemal’in ilk ve ikinci
basım olan birçok kitabı hala ortada yoktu ve Hazel onlara kavuşamazsa deli
gibi ağlayacaktı. En özel parçaydı onlar. Yakup kapıyı alacaklı gibi çaldı.
Küçük bir çocuk açtı kapıyı.
“Lan,
git kitapları getir!”
Kaşlarını
çatan oğlan, delikanlı bir tavra büründü. “Ne kitabı ya?” diye diklendi,
Yakup’a.
“Oğlum
dün aldığınız kitapları verin işte!”
“Ben
onlara resim çizdim.”
“Sanki
bana Van Gogh ya. Sanki Picasso olacak piç!” diye söylendi ve çocuğun kafasına
bir şaplak attı.
Çocuk
Yakup’a tükürdü ve bir küfür savurup kapıyı sertçe kapattı. Hazel gülmekle ağlamak
arasında dudaklarını ısırdı. Tekrardan başka bir evin kapısını çaldılar. Adamın
biri yeni uyanmış bir halde kapıyı açtı. Üzerinde beyaz bir atlet vardı ve
göbeğini epey sıkıyordu.
“Abi
dün alınan kitapları geri verin.”
Adam
içeriye girdi. Elinde bir kitapla geri döndü.
“Haşmet
abi, çocuğun okul kitabı bu. Üçüncü sınıf matematik kitabı bu!” derken
gülüyordu, Yakup.
“Bizim
velet üçüncü sınıfa mı gidiyormuş?”
“Günaydın
abi.”
“Hangi
ara büyüdü bu çocuk yahu! Ben bire gidiyor sanıyordum.” diyerek içeriye girdi.
Elinde iki kitapla geri döndü.
“Bu
eski püskü şeyler için mi kapıya dayandın, Yakup?”
“Evet.”
“Eski
lan bunlar. Kışın sobada iyi yanar ha!”
Yakup
oflayarak kitapları aldı. Adamı ittirip kapıyı çekti ve geriye dönüp Hazel’e
baktı.
“En
azından yakılmadan kurtardık bunları.”
Hazel
hazine bulmuşçasına kitapları göğsüne bastırdı. Yüzünü buruşturdu. “Herkes aynı
şeyi söylüyor. Kitaplar sobayı tutuşturmak için ya da yakmak için mi var?”
Bu
kadına nasıl anlatabilirdi ki insanların kitaplara bakış açısını! Çocuğum okusun adam olsun diyen bir
adamın okulla alakası olmayışını ve kitapların kullanma süresi varmışçasına bir
vakit sonra sobada yakmak için kullanmasını nasıl anlatabilirdi? Birçok yoksul
kesimde öncelik kitaplar değildi. Kimse bir sürü kitap alıp da kütüphane
yapmıyordu evine. Bazen de şartların zorluğu onları bunu yapmaya itiyordu. Bir
kitap parasına, mutfağına bir şeyler alabilirdi. Yine birkaç kitap parasına,
ayda bir kez belki ev giren kırmızı et getirebilirdi.
“Cehalet,
onların zenginliği işte!” deyip gülümsedi.
Daha
yola devam etmemişlerdi ki adamın biri kitabı onun eline tutuşturdu.
“Kardeşim
kusura bakma, sayfaları eksik.”
“Ne
yaptın, yedin mi abi?”
“Dün
akşam mangal yaparken, yelpaze olarak kullandık da. Birden döküldü sayfalar.”
“Oha!”
derken mahcup bir şekilde kadına baktı, Yakup.
“Hadi
görüşürüz!”
Hazel
iç çekti. Bir şey söylemek için ağzını açmıştı ki; Yakup koşarak bir eve doğru
ilerledi. Kapıyı yine alacaklı gibi çaldı. Hazel de yavaşça peşinden ilerledi.
“Senin
olduğunu nasıl da anlıyorum ama!” diyerek kaşlarını çatan Özge, ayıplar
bakışlar attı Yakup’a. Özge ise Kurtaran’ın eşiydi. Yani o da ailedendi.
“O
yüzden geç açıyorsun değil mi?”
Özge
kaşlarını çattı. “Zil icat edildi, haberin olsun!” derken alayla güldü.
“Özge,
çok konuşma da kitapları getir.”
“Ne
kitabı?”
“Dün
kitap almadınız mı?”
“Hayır.”
“Kurtuluş,
sokakta oynarken falan almıştır belki.”
“Küçücük
çocuk sokağa mı çıkabiliyor?”
“Yuh
ulan!” dedi birden. “Yazıklar olsun size!”
“Ne
diyorsun sen be!” diyerek azarladı Özge onu.
“Siz
nasıl anne babasınız böyle? Sokakta kitap dağıtılıyor, çocuğa bir tane bile
kitap alamamışsınız. Bu çocuk ne okusun? Babası gibi mi olsun? Adam olsun,
adam! Babası gibi ayı olmasın!”
“Kurtaran
kitap aldı ama dün değil!”
“Bir
daha düşün. Dün almıştır kesin.”
Özge’nin
sabrı taşmıştı. “Kapıyı suratına geçirmeme son on saniye!” diye bağırdı.
“Tamam,
görüşürüz!” diyerek tatlı bir gülümseme sundu ve kadının yanağından bir makas
aldı. Özge ona söylenerek kapıyı suratına kapattı.
“Bunlar
çocuğa kitap bile alamamışlar.”
Hazel
gülümsedi. “Bence artık durmalıyız.”
“Kitapların
yarısını bile toplayamadık.”
“Olsun,
sanırım sağlam bir kitap bulamayacağız.”
“Verdin
oyunu ellere, vur götünü yerlere!” diyerek güldü, Yakup.
Hazel
duydukları karşısında kaşlarını çatıp, şaşkın bir şekilde bakakaldı ona. “Ne?”
diye fısıldadı.
“Yani
şey… Kahvede oyun oynarken ağız alışkanlığı işte.”
Hazel
başını salladı. Bileğindeki saate bakıp iç çekti.
“Anneannem
evde yalnız… Onun yanına gitsem iyi olacak.”
“Benim
de işe gitmem gerekiyor. Hatta beş dakika beklersen evine kadar bırakırım
seni.”
“Tamam,
olur.”
Aydos
meydanında minibüsü beklemeye başladılar. Yoldan geçen birkaç kişi onlara garip
bir şekilde baksa da umursamadılar. Yakup, gelen minibüse bindi ve sürücü
koltuğuna yerleşti. Diğer şoföre bir miktar para verip selamlaştı. Kapıyı açtı
ve Hazel’in bindiğini görünce gaza bastı.
“Hanımefendiye
yer verin!” diye bağırdı geriye doğru. Dikiz aynasından da minibüsün içini
kontrol ediyordu.
“O
kadar meraklıysan kalk sen ver, kardeşim.”
Adamın
karşılık vermesi canını sıkmıştı Yakup’un. “O kadar akıllıysan gel sen kullan
minibüsü, kardeşim!” diyerek cevabını verdi.
“O
kadar medeniysen yavaş sür arkadaşım!“
“O
kadar rahatsızsan in lan arabadan, arkadaşım!”
“O
kadar-“
Hazel,
araya girme ihtiyacı hissederek, “O kadarına gerek yok, ben birazdan ineceğim!”
dedi. Minibüstekiler onlara bakınca utanarak camdan dışarıyı izlemeye koyuldu.
Ah, bu adamın hiç utanması yoktu ve pervasızca yaşıyordu hayatı.
“Acil
bir durumda beni araman için numaramı veriyorum…” deyip dikiz aynasından
minibüsün içine bakındı, Yakup. “Arka beşlide oturan sarışın abla, hemen
telefona yapıştın. Yaz ulan, sıfır beş yüz otuz…”
Arka
beşlide oturan sarışın kadın telefondan başını kaldırdı. Şaşkın bir şekilde, “Nasıl
yani?” diye haykırdı.
“Çift
sıfır, çift sıfır, sonuna üç sıfır daha!”
Elbette
kadın onu tanıyordu. Mahallesinin delisi olarak gördüğü bu Yakup’tan her şeyi
beklerdi. “Tam duyamadım,” diyerek güldü.
“Duysaydın
ablacım, kusura bakma!”
Hazel
kıkırdadı ve duran minibüsten aşağı indi. Bu adam tam bir deliydi. Yeni
taşındığı bu mahallede daha ikinci günü olmasına rağmen bu kanıya çok rahat bir
şekilde varmıştı.
***
Yakup,
evin içinde duramıyordu. Pencerenin kenarına pineklemiş karşısındaki evi
dikizliyordu. Yaşlı kadın iyi miydi? Torunu neler yapıyordu? Yeni evin derdi
bitmezdi ki. Kendisine ihtiyaç duyar mı, gerçi bu durumda çekinmeden yardım
ister mi merak ediyordu.
Evine renk katsın diye aldığı tabloya baktı. Sadece
gözüne güzel geldiği için almıştı ama satıcı ona bir hikâyeden bahsetmişti. Tablo
akıl hastanesinde çizilmişti. Vincent Van Gogh’un zihinsel rahatsızlıkları
vardı ve hayatı kötü olaylar ile geçmişti. Bunu duyan Yakup, kendini garip
hissetmiş ve kendi hayatını düşünmüştü. Dönüm noktası olacak kadar yıkıcı olaylar
yaşamıştı hayatında. Gülerek, şakalaşarak bunları hep bastırabilmiş ve kendini
böylece avutmayı öğrenmişti.
Eserin sahibinin İntihar ederek öldüğünü öğrenen Yakup,
gülümsemişti. Kendisi de bu ihtimali pek çok kez düşünmüş olsa da asla buna
kalkışmamıştı. Birçok kez intihar etmişti ama bunlar hep düşüncelerine özeldi.
Duygularını da katmıştı bu intiharlara. Ama fiziksel zarar vermemişti kendine.
Şimdi o tabloya
bakarken gözlerini kıstı. Hazel’in boynundan göğsünün ortasına uzanan kolye
aklına geldi. Karşısındaki tabloyla aynıydı kolye. Küçük bir yansımasıydı
sanki. Şaşkınlıkla gözlerini kıstı.
“Pencere
güzeli, hadi okey oynayacağız.”
Yakup,
oflayarak geriye döndü. Kurtaran, Savaş, Kutsal ve Nihat masaya kurulmuş okey taşlarını diziyorlardı. Onlara doğru yaklaştı. Kurtuluş,
babasının kucağında uyukluyordu. Tabi ki Kutsal’ı da kendisi yanına çekmişti.
“Bugün
eve gelmişsin. Kitap falan sormuşsun.”
“Hazel’in
kitaplarından almadınız, değil mi?”
Savaş
şaşkın bir şekilde ona baktı. “Ya ben teyzeye üzüldüm. Kitaplar bir an önce
biterse eve gider diye düşündüm. Marketin önünde boş koli vardı, ben de bir
koli doldurup eve götürdüm.”
“Yaktın
mı lan? Doğruyu söyle.”
“Doğalgazlı
evde niye soba yakayım ki?” derken ona mal
mısın abi sen der gibi bakıyordu, Savaş.
“Kitap
deyince aklınıza niye soba geliyor anlamıyorum!”
“Başka
nerde ve ne için yakacağım ki? Hem kitabı niye yakayım ya!”
“Yarın
o koliyi getir.”
“Tamam,”
deyip taş çekti ve istekasından bir taş alıp yan tarafa bıraktı, Savaş.
Yakup,
Nihat’a baktı bu defa.
“Ne
bakıyorsun?”
“Bakamaz
mıyım?”
Nihat
derin bir nefes verdi. “Ezir kitapları geri vermez.” Hem oyununa bakıyor hem de
cevap veriyordu. “O da deli gibi kitap okumaya başladı. Dün ona kitap verilince
çok mutlu olmuş. Hem kitaplar da eski ya, hoşuna gitmiş. Asla vermez.”
“Ben
ona yenisini alırım.”
“Ezir’in
inadını bilmiyor musun? Geri vermez. Unut o kitapları.”
Yakup,
ince bir plan yaptı kafasında. Sinsice gülümsedi. “Tamam.”
Gözler
Kurtaran’a döndü bu defa.
“Oğlum,
bakmayın bana şöyle. Parasını verip, kitapçıdan aldım ben kitapları.”
Kurtuluş
yüzünü buruşturdu. Peltek konuşuyor ve bazı kelimeleri doğru bile
söyleyemiyordu küçük çocuk. Ne dediği hakkında kimsenin bir fikri yoktu.
“Ne
kitabı aldın çocuğa?” diyerek sırıttı, Nihat.
“Sayıları
öğrensin diye…”
Herkes
birden gülmeye başladı. Sayıları kitaptan öğrenmek için biraz küçüktü.
“Süper
baba ve süper zekâ oğlu!”
Yakup,
geriye yaslandı. Aklında bir plan vardı. O kitapları ne olursa olsun alacaktı.
Hazel’in gözlerinde gördüğü hüzün, garip bir şekilde içine işlemişti. Bir kitap
yüzünden üzülen, bir kitap için gözleri parlayan kadına yardım etmek istiyordu.
Evet, hepsi buydu. Ne demek hepsi bu?
Ne olacak başka!
Yıldızlı
Gece tablosuna daldı gözleri. Onun Yıldızlı Gece’si çoktan yaşanmıştı ama
farkında mıydı?
Ya çok güzel olmuş eline sağlık yazarcım
YanıtlaSil"Bugün güzel olur mu acaba?" sorusu ile uyanıp yeni bölüm geldiğini görmek, bugünün çok güzel olacağının cevabıydi bence 🤗 Funda parti kur oy verelim ben böyle mutluluk görmedim ♡♡ Yine özel ve yine güzel bir bölüm papatya kalpli yazarcigim iyi ki varsın ♡♡
YanıtlaSilYaaa ben hikayenin yeni halini çok beğendim ki alemine yüreğine sağlık fundacim
YanıtlaSilYakup'uma uzuldum dogru soylemisler en cok gulenler en cok icten aglayanlardir😔
YanıtlaSilEllerine sağlık canım bölüm süper
YanıtlaSilÇok tatlı bir bölüm yaaa Yakup’a bayılıyorum 🤎🤎
YanıtlaSil