YILDIZLI GECE | 1.BÖLÜM
1.Bölüm
“Yakup
mahalleyi terk etmiş, öyle diyorlar!”
Genç
kadın kendini dedikodu kazanının içine düşmüş gibi hissediyordu. Minibüsün ön
koltuklarından gelen konuşma seslerine, arka koltukta oturan teyzeler de
karşılık veriyordu. Adeta gıybet hattı kurulmuş, kendisi de onların arasında
kalmıştı. Arka beşliden bir atak daha geldi.
“Evini
de kiraya vermiş herhalde. Kapının önünde nakliye kamyonu gördüm.”
Ön
taraf durur mu? Tabi ki durmadı ve atağı karşıladı.
“Eşyalarını
satıyor galiba. Parasız mı kaldı acaba?”
Hemen
yanındaki teyze başını öne doğru uzattı ve sürücü koltuğunda oturan gence
baktı.
“Yavrum,
siz nasıl ailesiniz? Abin sayılır, Yakup. İnsan cebinde yoksa da kredi çeker yine
de evini eşyalarını sattırmaz!”
Kutsal,
yola bile odaklanamıyordu çünkü gıybet dinlemek daha güzeldi. Ne var ki
konuşulanların doğruluğu yoktu. Ama emin de olamıyordu. O kadar gerçekçi
konuşuyorlardı ki kendisi de Yakup abisinin mahalleyi terk ettiğine inanacaktı.
Dikiz aynasından kadına baktı.
“Öyle
bir şey yok teyzeciğim!”
Sanki
minibüse bomba bırakılmış gibi bir anda herkes sustu. Ama bu suskunluk çok uzun
sürmedi. Anında her kafadan bir ses çıkmaya başladı. Kadın onun kolunu
dürtükledi.
“Biz
gözlerimizle gördük. Bu yaşta yalan mı söyleyeceğiz?”
Genç
kadın minibüs şoförünün kolunu dürtükleyen kadına mı yoksa arka beşliden gelen
ataklara mı odaklansa şaşırmıştı. Evine yaklaştığını fark edince hızla ayağa
kalktı. Minibüsün kapısına yanaştı.
“Müsait
bir yerde inebilir miyim?”
Minibüs
şoförü hemen arkasındaki kadınla laf dalaşına girmiş, herkes bir şeyler
konuşurken sesi duyulmamıştı bile. Daha yüksek sesle tekrarladığında minibüs
aniden durdu. Düşmemek için bir yerlere tutundu. Kapı açıldığında kaçarcasına
indi.
Ah,
taşındığı ilk gün böyleyse diğer günleri hayal bile edemiyordu. Ne şoförü ne de
mahallenin teyzeleri normaldi. Sanki gıybet tımarhanesi gibi bir mahalledeydi.
Market poşetini ve çantasını sıkıca kavradı. Yolun karşına geçip, ara sokağa
girdi. Muhtarlığın biraz aşağısında, Aydos’un meydanına yakın bir yerde ev
tutmuştu. Eskişehir’den İstanbul’a taşınması da pek kolay olmamıştı. Anneannesinin
hastalığı onu bu mahalleye sürüklenmişti. Kafası arada gidip geliyordu.
Alzheimer başlangıcı teşhisi konulunca kendi hayatını onun isteklerine göre
adapte etmeye başlamıştı. Bir akşam Hazel eve döndüğünde onu bulamamış, her
yere bakınmış yine de bir ize rastlamamıştı. Ta ki onu aramaya son verip eve
dönene kadar. Tam evine girecekken polislerin onu aramasıyla soluğu tren
istasyonunda almıştı. Anneannesi elinde eski bir bavulla her şeyi unutmuş bir
şekilde elindeki bilete bakıyor, kimseyle konuşmuyordu. Onu o halde, yeni
doğmuş bir çocuk gibi görünce epey üzülmüştü. Saatlerce tren istasyonunda
oturduğu için elleri buz tutmuş, titriyordu. Çok geçmeden kendine gelince de
neden istasyonda olduklarını, İstanbul’a mı taşınacaklarını sorunca Hazel de
dayanamamış ve başını olumlu anlamda sallamıştı.
Şimdi
ise Aydos’taydı.
Kendi
kendine tebessüm etti. Kaldığı evin sokağına girdi. Henüz sokağın başındaydı ki
ellerinde kitaplarla geçen gençler dikkatini çekti. Herkesin elinde bir sürü
kitap vardı. Gülümsedi. Kendisi kitap koleksiyonu yapıyordu. Sahaflarda
dolanıyor, eski kitapları alıyordu. Hatta birçok büyük eserin ikinci ve üçüncü
basımlarını bile bulabilmişti. Bir kamyon dolusu kitabı şimdi yaşayacağı
gecekonduya nasıl sığdıracağını düşünerek yürümeye devam etti.
Gördüğü
görüntü donup kalmasına sebep oldu. Anneannesi sokağın ortasına saçtığı
kitapları yoldan geçen insanlara dağıtıyordu. Üstelik ev eşyaları da kapının
önündeydi. Adamın birisi sürekli bir şeyler söylüyordu ona. Anneannesi ise
oralı bile değildi. Dehşetle irileştirdiği gözleri neler görüyordu böyle?
Kendisinin dokunmaya kıyamadığı, bir sayfası kopsa ağladığı kitapları alıp
gidiyorlardı. Hızla koşmaya başladı.
Yaşlı
kadın onu görünce gülümsedi.
“Mutlu
oldun mu kızım?”
Hazel,
kaşlarını çattı. Kitabını almakta olan adamın elinden çektiği gibi aldı.
“Anneanne ne yapıyorsun sen?” derken kaşları biraz öfke biraz da hüzünle
çatılmıştı.
“Herkes
kitap okusun istiyorum, demedin mi kızım? Senin istediğini yapıyorum. Kitap
dağıtıyorum ki herkes okuyabilsin.”
Başını
çevirip yoldan geçen insanlara baktı. Kitapları, hiç tanımadığı insanlar
tarafından evlerine götürülüyordu. “Ama ben böyle olsun istemedim ki!”
“Hazel?”
“Anneanne,
burada neler oluyor? Neden eşyalarımız başkasının kapısında? Kitaplarımı neden
dağıtıyorsun?”
Yaşlı
kadın üzgün bir şekilde etrafına bakındı. Sonra geriye çekilip kaldırıma
oturdu. Başını eğdi. Hazel, yüzünü buruşturdu.
“Özür
dilerim, anneanne. Seni üzmek istemedim.”
Kadın
başını kaldırdı. “Sen kimsin?” diye sorarken hatırlamak istercesine gözlerini
kısmıştı.
Hazel,
iç çekti. Sesli bir şekilde geri verdi nefesini. Ona kızamıyordu, kıyamıyordu
da. Bir yandan da kendisi için özel olan ne varsa elinden alınmıştı. Kendini
çaresiz hissetti. Ne yapacaktı? Bu durumda ne yapabilirdi ki?
O
sırada kapısı aralık olan evden bir adam çıktı. Burnundan soluyordu.
“Teyze,
teyze! Burası benim evim!” diye bağırdı, kaldırımda oturan kadına.
Hazel,
kaşlarını çatmadan edemedi. Adamın birinin tam karşısında durup anneannesine
bağırmasına öfkelenmişti. Bu hadsiz adamı parçalayabilirdi. “Pardon da neden
bağırıyorsunuz?” diyerek çıkıştı.
“Ben
bağırmayayım da kim bağırsın?” deyip evi gösterdi adam. “Çilingirciye kapıyı
açtırıp, neden evime girmeye çalışıyorsunuz?” Kaşları çatıldı. “Özel eşyalarımı
sokağa bırakıp, kendi eşyalarınızı yerleştirmişsiniz!”
Hazel,
durumu anlayamıyordu. Elinde takım çantası olan diğer adama baktı. İşler
anlayamadığı kadar karışıktı. Oysa sadece iki saatliğine evden uzaklaşmıştı.
“Neler
olduğunu anlatır mısınız?”
“Bu
teyze yeni taşındığını söyledi. Anahtarı denemiş, kapı açılmamış. Ben de dükkânda
oturuyordum, baktım sokakta kaldı kadın yardım edeyim dedim. Yakup evi kiraya
vermiştir diye düşündüm.”
Çilingirci
durumu tam olarak açıklayamasa da bu kadarı da bir şeyleri anlamaları için
yeterli olmuştu. Yakup, yaşlı kadına baktı.
“Evsiz
misiniz?” derken sesi biraz daha yumuşamıştı ama öfkesi kesinlikle dinmiyordu. “Öyleyseniz
söyleyin, bir yolunu buluruz. Ama bu kadarı da saçmalık!”
Hazel,
sakinliğini korumayı başarabildi. “Hayır, biz karşı eve taşındık. Anneannem
biraz rahatsız, unutkanlığı var.” Mahcup bir şekilde dudaklarını dişledi. “Onun
adına ben özür dilerim.”
Yaşlı
kadın aniden başını kaldırdı. “Hazel, kızım!” diye haykırdı sevinçle. “Evimizde
eşyalarımız duruyor hala. Bu eşyaları ihtiyacı olanlara verelim.” Gülümsemesi
soldu. “Sen kitaplarını mı satıyorsun?” derken şaşkındı.
Hazel,
ellerini yüzüne kapatıp dizlerinin üzerine çöktü. Eşyaları nasıl eve
taşıyacaktı? Kitapları mahalleye dağıtılmıştı, nasıl geri isteyecekti ki? Üstelik
tanımadığı bir adamın evinin kapısının kilidi değiştirilmiş, bazı eşyalar eve
yerleştirilmişti bile. Tüm bunları yoluna koymak zorundaydı ama yorgundu da.
Tüm gün pasaklı evi temizlemek zorunda kalmıştı. Yüzünde duran elleri hala
çamaşır suyu kokuyordu.
Genzini
temizledi, derin bir nefes alıp usulca ayağa kalktı. Doğrudan karşısındaki
adama baktı.
“Gerçekten
çok özür dilerim. Ben hemen eşyaları toplayacağım, sorun neyse düzelteceğim.”
Hazel
öne atıldı ve hızla eve doğru ilerledi. Fazlasıyla yorgun olsa da başlarına
rahatsızlık vermek istemiyordu. Madem bu adamın evinden eşyalarını almışlardı,
yerine yerleştirmeden de kendi evini kurmayacaktı. Yanlışlığı düzeltmek
göreviydi. Eve ulaşmıştı ki kolundan tutulup durduruldu. Adam karşısına geçip
ona baktı.
“Neden
önce sizin eşyalarınızı eve yerleştirmiyoruz? Hava karardığında işin daha da
zorlaşacak.” Başını çevirip yaşlı kadına baktı. “Hem hava sıcak olsa da
akşamları Aydos serin olur.”
“Ben
birilerini arayacağım. Nakliye firması-”
“Onlar
eşyayı indirdiler ve işleri bitti. Tekrar gelmezler.”
Hazel,
dudaklarını birbirine bastırıp omuzların yukarı itti. “Sizi de rahatsız ettik…”
“Yahu
şu ponçik kadının ne suçu var?” derken kendine gelmişti, Yakup. “Bana on dakika
ver, size hoş geldin partisi yapalım.”
“Ne?”
“Bekle,”
deyip arkasını döndü ama vazgeçip tekrardan kadına baktı. “Ya da bekleme,
anneanneni al ve eve götür.”
Hazel
şaşkın bir şekilde, “Peki,” dedi. “Teşekkür ederim.”
Yakup
seslendi. “Kitapları da geri alırız, sorun etme.”
İşte
buna ağzı açık bir şekilde geri döndü genç kadın. “Gerçekten mi?” derken
gözleri parlamıştı.
Yakup
omzunu silkince gülümsedi. Koşarak anneannesinin koluna girdi ve onu eve doğru
ilerletti.
***
Evinin
içinde sürekli bağırıp çağıran yapılı adama bakarken gözlerini irileştirdi.
Bindiği minibüsün şoförü de evindeydi ve buna fazlasıyla şaşırmıştı. Esmer, ela
gözlü sakin bir adam vardı. Biri daha vardı ki Hazel onu görünce gülmeden
edememişti çünkü mahallenin eski hırsızlarından olduğunu söyleyip duruyor,
dışarıdaki serserileri anlatarak onu uyarıyordu.
Tüm
eşyaları sokak ortasından kaldırılıp eve taşınıyordu. Anneannesi köşede
sessizce oturuyor, kendisi evin içindeki bu erkek sürüne yardım etmeye
çalışıyordu. Yakup’un sokağa atılan eşyaları da evine yerleştirilmişti.
Hazel,
kaldırıma çöküp kitapları toplamaya başladı. En sevdiği kitaplar kim bilir şimdi
nerelerdeydi! Anneannesine de kızamıyordu. Onu mutlu etmek için insanlara kitap
dağıtması çok masum bir hareketti. Sadece kendisi mutlu olsun diye yapmıştı,
nasıl kızabilirdi ki?
“Ağlıyor
musun?”
Hazel
başını kaldırıp tebessüm etti. Henüz tanıştığı bu adam ona çok yardımcı
olmuştu. Eğer bu karışıklık olmasaydı kendisi bunca işi tek başına yapamazdı.
“Birazdan
ağlayacağım. En sevdiğim kitaplar yok.”
“Hadi
be! Kötü olmuş.”
“Nasıl
geri isterim ki? Utanırım ben.”
Yakup,
sırıttı. Aklında birkaç fikir vardı. “Ben utanmam. İsterim, vermezlerse de
zorla alırız!” diyerek güldü.
Hazel
şaşırmıştı. “Yok, o kadarına gerek yok.”
“O
iş bende, merak etme sen.”
Hazel
ayağa kalktı. Elindeki kitaba bakıp iç çekti. Boşta kalan elini uzattı.
“Doğru
düzgün tanışamadık. Ben, Hazel.”
Yakup,
kızın elini sıktı. “Yakup.”
“Şu
mahalleyi terk eden Yakup mu?”
Adam
uzun bir gülüşün ardından başını salladı. “Dedikodulara hızlı yetişiyorsun.”
Hazel
kitabı ona uzattı. “Bunu alabilirsin. Kuru bir teşekkür beni mutlu etmiyor.
Verebilecek çok bir şeyim de yok. Malum, yeni taşındık. Kitap verebilirim
sadece.”
Yakup
kitabı aldı. “Kitap yeterli.” Aniden kaşlarını çattı. “Teyze bir şeyler yedi
mi?”
Hazel
iç çekti. Kitapları bırakıp koşarak eve girdi. Anneannesi uyumuştu bile. Hem de
koltukta.
“Uyandırmasam
daha iyi olacak. Yoruldu.”
Yakup
onun da bir şey yemediğini biliyordu. Hızla telefonu eline aldı. Aydos’un
biricik kebapçısından dört pide, iki de kola sipariş etti.
“Bizimkiler
iyi iş çıkardı.”
“Kardeş
misiniz?”
“Evet,”
derken çarpık bir gülüş belirdi yüzünde.
Aslında
hiçbiri ile kardeş değildi, Yakup. Kurtaran ve Kutsal aynı anneden, farklı
babadan kardeşlerdi. Nihat da kardeşi değildi. Savaş da. Amma velakin bu kan
bağı olmayan insanlar onun ailesi olmuştu. Çok küçük yaşta zorluklar atlatan bu
adamları kader bir şekilde bir araya getirmişti. Çocukluk arkadaşı olmaktan çok
aile olmuşlardı. Şimdi karşısındaki bu kadına bu karışık aile bağını
anlatamazdı. Belki ileride kendisi anlardı.
Hazel
tebessüm etti. “Geniş aile güzeldir.”
“Sen
gel bir de bize sor! Güzel olmasına güzel ama ne derdi bitiyor, ne tasası!”
derken gözünün önünde canlanan anılar gülmesine sebep oldu. Kurtaran ile omuz
omuza girdikleri kavgalar, Nihat’ın küçük kızının mahallede kavga etmesi sonucu
çocukların babalarını dövmeye gitmeleri, eski hırsızım diye söylenen Savaş’ın
başına açtıkları belalar, Kutsal’ın bir zamanlar zararlı maddelerin verdiği
hasarları düzeltmeye çalışması… “Nerde çokluk, orda bokluk!” diye haykırdı
aniden.
Hazel,
kahkaha attı. Kitapları eve taşımaya başladığında Yakup da ona yardım ediyordu.
Onları yerleştireceği bir kitaplığı yoktu, bu yüzden duvarların köşelerine üst
üste dizdiler.
Korna
sesini duyan Yakup dışarıya fırladı, paketi alıp ücreti ödedi ve bahçeye girdi.
“Acıkmışsındır.”
“Zahmet
etmeseydin,” diyen kadının mahcubiyeti gözünden kaçmamıştı, adamın.
“Ne
zahmeti, ben de acıktım!”
Bahçedeki
masanın üzerine paketi bıraktı. Üç pideyi kendine, birini de kıza uzattı. Hazel
şaşkın bakışlarını gizlemeye çalıştı. Eğer hep böyle çok yiyorsa, nasıl bu
kadar zayıf olabiliyordu? Pekâlâ, yapılı bir adamdı ancak cüssesine ve boyuna
göre zayıf gözüküyordu.
“Buraya
taşınmak, nereden geldi aklına? Pek bilinmez buralar.”
“Aslında
anneannem gençken burada yaşamış. Tabi mahalle değişince, ev de yeniden
yapılınca tanımaması normal…”
“Vay
be!” derken şaşkınlığını gizlemedi, Yakup. “Beraber mi yaşıyorsunuz?”
Hazel,
gülümsedi. “Evet, Eskişehir’de yaşıyorduk. Küçük bir evimiz vardı.”
“Şimdi
de küçük bir eviniz var.”
“Günün
birinde İstanbul’a taşınacağımı hayal ediyordum. Böyle olacağını hiç tahmin
edemezdim.”
“Nerede
oturmak istiyordun ki?”
“Bebek.”
Yakup,
alaycı bir şekilde güldü. “Hayaller Bebek sahili, hayatlar Aydos mahallesi!”
Hazel
kendini tutamadı ve güldü. “İstanbul’dan çok sipariş alıyordum. Burada küçük
bir dükkân açmayı istiyordum.”
“Ne
iş yapıyorsun ki?”
“Çiçekçilik.”
“Bak
tam yerine geldin! Ormana doğru bahçecilik ve sera işleri var, tam sana göre!
Tarlada yetiştir, pazarda sat.”
“Öyle
değil!” diyerek güldü. “Çiçek ve aranjman işiyle ilgileniyorum.”
“Ben
anlamam öyle şeylerden. Gülden başka çiçek bilmem.”
“Öyle
mi dersin, papatya?”
Yakup
güldü ve kolasını yudumladı. “Bana bakınca papatya mı geldi aklına?”
Hazel,
başını salladı. “Papatya, temiz ve iyi kalbin simgesidir.”
Yakup
kaşlarını kaldırdı. “Buna hemen karar verme! Papatya dersin ama bir avuç ot da
çıkabilirim.”
Hazel
derin bir nefes aldı. “Ayrıca kokusu da çok özeldir.”
“Neden?
Çiçek kokusu işte!”
“Öyle
çiçek kokusu diyerek geçiştirme. Diğerlerinden farklıdır papatya. Eğer o özel
kokuyu öğrenmek istersen…”
Yakup,
onun lafını yarıda kesti. “Ne yapalım? Çayır çimen gezip papatya mı
koklayalım?”
Hazel
ciddi bir şekilde bakıyordu ona. “Papatya kokusu özeldir çünkü sadece kökü
topraktan ayrıldığında kokusunu saçar. Yani papatya ölürken güzel kokar.”
Yakup
kaşlarını çattı. “Çok saçma!” diye söylendi.
“Bence
de öyle ama gerçek olan bu.”
“Sen
bana papatya demiştin, değil mi?” deyip kaşlarını çattı. “Hakaret etmişsin o
zaman! Geber falan mı dedin, ne dedin?”
Hazel,
güldü. Elini kaldırıp, yanlış anlaşılmayı düzeltmeye çalıştı. “Hayır,
toprağından kopsan da kalbinin iyiliğini asla kaybetme dedim! Seni kokun için
koparmalarına izin verme, hep iyi kal.”
Yakup,
başını eğdi. “Buna hemen karar verme. Kaktüs de çıkabilir bu komşun!”
Hazel,
esnedi. Yakup, kutuları topladı, poşetledi ve çöpe attı. Bahçe kapısında durup
birbirlerine baktılar.
“Her
şey için teşekkür ederim. Burada ilk günüm ve çok mutluyum.”
“Burada
ilk günün ve ben de mutlu olmana sevindim. İyi geceler, Hazel.”
“İyi
geceler.”
Yakup
yolun karşısına geçti ve evine girdi. Hazel içeriye girip koltukta uyuyakalan
anneannesinin üzerini örttü. Koltuğun önüne çöktü, kadının elini tuttu.
“Çok
mutlu ol. Gerçekten mutlu olarak bu dünyadan gittiğini görmeme izin ver,
anneanne. Umarım burası sana iyi gelir. Tabi bir de bana…”
Bir
öpücük kondurdu kadının elinin üzerine. Ardından başını koltuğa yasladı.
Gözlerini kapattı. Ani bir kararla, sadece anneannesi mutlu olsun diye
taşınmıştı. Pişman olacağını düşünmüştü ama ilk gün korktuğu gibi kötü
gitmemişti. Bazı aksaklıklar vardı ama onları da yoluna koyabilirdi zamanla.
Ah,
kitaplarını da yeni komşusu sayesinde geri alabilirse ondan daha mutlu yoktu
dünyada artık.
Sahi,
nasıl geri alacakları ki?
Yakup beyciğimizi tekrardan görmek, okumak ne güzel 😁 Özlemişim vallahi ilaç gibi geldi Canım yazarım ♡
YanıtlaSilBen de özlemişim yazmayı :) Hele ki söz konusu Yakup ise :D
SilVay be yakuba tam yakışmış ne eski hazel ne de öğretmen hanım bu kız çok güzel olmuş.
YanıtlaSilDaha da yakışacaklar bence :) Hikayenin devamı hepimizin seveceği şekilde :) hem komik hem de Yakup dolu
SilKimse bir yazar bir hikayesi ile okurunun yüzünde güller actirabilir mı demesin �� Papatya gibi bir yakup varsa ucunda öyle de açıyor ki �� Ay nasıl da özlemisim ��
YanıtlaSilPapatya Yakup ve çiçek Funda teşekkür ediyor efendim :) Ben de çok özlemişim yazmayıııııı :)
Silyeni bir soluk gibi...burada da basarili olacağına eminim...yazinin da devamini sabırsızlıkla beklediğimi söyleyebilirim🤗
YanıtlaSilÇok teşekkür ederim :)
SilHayırlı olsun ellerine saglik
YanıtlaSilteşekkürler :))
SilEllerine sağlık canım hayırlı olsun
YanıtlaSilHayırlı olsun yazarcan kalemine yüreğine sağlık papatya yakup aman dikkat et diğerleri duymasın yazık olur yapraklarına seviyor sevmiyor diye💖💖💖💖💖
YanıtlaSilBekle bizi aydos biz geliyoruz 💪
YanıtlaSilGötür bizi funda aydosa dosa dosa 💃💃 ayy heyecan sardı beni kalemine sağlık yazarcım merakla bekliyoruz
Bu kadar güzel yazmak zorunda mısın acaba ? Eline yüreğine sağlık tatlım iyi ki yazıyorsun ❤️
YanıtlaSil